Genellikle bir muhabir bir foto muhabiri birlikte giderdik ünlülerin ev röportajlarına. Yine öyle yapmış İstanbul'un lüks semtlerinden biri olan Etiler'e doğru yola çıkıp Ak Merkez Plaza yanından Ulus Mahallesine doğru yönelmiştik. Gözüm sağ tarafta 20 kusur yılda ne kadar değişmiş dediğim yerleri arkadaşıma gösteriyor, bir zamanlar bu yolun sağ tarafında ki geniş arazinin Trafik İmtihan Sahası olduğunu, 1973 yılında ehliyet imtihanına burada 124 Murat marka kiralık bir otomobille girdiğimi anlatıyordum ki Müjde Ar'ın Ulustaki evine geldik, karşılanıp içeri alındık.
İç mimarisi farklı bir evdi. Salonun tam ortasından dairesel bir boşlukla aşağıya doğru bir merdiven iniyor. Müjde Ar, o zamanlar çok yeni olan bilgisayar işine meraklı olduğunu alt katı bu yöndeki çalışmaları için ayırdığını anlatıyordu. Uzunca bir masa üzerinde birikmiş olan yerli yabancı okuduğu kitapları gösterdi, neler okuduğunu anlattı. Türk sinemasında pek az başrol oyuncusunun yabancı lisan bildiğini, kendisinin de bu azınlık içinde olduğunu söyledi. Muhabir arkadaşım önce fotoğrafları çekelim, sonra da söyleşiyi yaparız. Dedi. Peki dedim ama ben her zaman fotoğraflarını çekeceğim kişinin ruh dünyasını, mimiklerini, hangi ifadelerde hangi açıdan en belirgin fotoğrafı verdiğini öğrenmek için röportaj boyunca inceler, sonra çalışmayı isterdim.

Salonun ucunda siyah bir piyano, kuyruklu türden. Bir o mekânda, bir şömineli mekânda kâfi derecede fotoğraf çekip, ikili kanepeye biz, karşımıza da Müjde Ar geçip oturdu. İki bayan karşılıklı soru cevap konuştular, ben hiç söze girmedim röportaj biti. Muhabir arkadaşım her röportaj sonunda olduğu gibi saygısından ve nezaketinden bana döner, benim sormak istediğim veya kendisinin unutmuş olabileceği bir soru var mı diye sorardı. Müjde Hanıma sorum yok ama merak ettiğim bir konu var dedim ve başladım izlenimimi kendisine oldukça açık biçimde anlatmaya.
Röportaj başından beri gerek fotoğraf çekerken objektifimin tam ortasına odak noktasına, gerekse konuşurken göz bebeğimin içine bakıyordu. Bu bakış öyle bir mızrak gibi bakıştı ki gözünüzün merceğini, retinayı, göz boşluğunu, gözün tamamını delip geçiyor, hayali görüntüsü beyne, hafızaya adeta kazınıyordu. Önceleri kendimle inatlaştım, o bakıyorsa ben de bakarım, rahatsız olursa o kaçırsın bakışlarını ben ne kaçıracağım diyecek oldum içimden, sonra vazgeçtim. Bakışlarımı bu karşılıklı bakışmanın ilerleyen dakikalarında yanlış anlaşılmasın diye önce yüzünde gezdiriyor, sonrada bir yolunu bulup kaçırıyor, etrafa çevirerek konuşuyor veya dinliyordum. Konuşmanın ne zaman biteceğini bilmeden göz göze uzun süre bakmanın farkında olmadan başka anlamlar da çıkabileceği endişesi veya rizikosu olabilirdi. Nitekim göz kapaklarını kırpmadan ipnotize eder gibi keskin bakışları, görsellik üzerine çalışılarak kazanılan, görüntü kaydı gelişmiş olan beynime etki yapmış, halıya, duvara her nereye bakarsam bakayım, baktığımı Müjde Ar'ın gözleriyle beraber görmeye başlamıştım! Merak ettiğim konu buydu, bunu sordum.

"Bakışlarınızla karşınızdakini adeta hapsediyor, mahkûm ediyorsunuz, bunun bir nedeni var mı? Haah işşte dedi. Türk sineması ile Hollywood sineması arasında ki en büyük fark bu dedi. Yanılmamıştım, şaşırmıştım! Demek yapılan bilinçli yapılmıştı. İyi de benim konuşmamda "Reca ederim Müjde Hanımefendi, müsaade ediniz izah edebilirim" diye başlayıp arkamı dönerek yaklaştığım pencereden dışarı bakarak konuşmama nayır, nolamaz gibi replikler kullanmamıştım. Ne Alain Delon gibi yakışıklı, ne de onun hayranlık duyduğu Harrison Ford değildim. Devam etti konuşmasına. "Dikkat edin bakın Amerikan Sinemasına, tüm karşılıklı konuşmalar gözlerin içine bakarak yapılır, bu bakışlarda anlatılanlar, ifadeler güç kazanır, oyuncuları daha iyi anlar, takip edersiniz. Oysa Türk Sinemasında bunlara pek rastlanmaz " Dedi. " Bizde erkeklerin kendilerine olan güven duygusu da bunda etkilidir, günlük hayatta bile gözünüzün içine uzun süre bakamazlar, cümlesini de ekledi. Sadece dinledim ve sorumun cevabını almıştım almasına da, ben evinize hafızada iz bırakmaya değil röportajı fotoğraflamaya gelmiştim, diyemedim. Teşekkürlerle müsaade isterken, tokalaşıp ayrıldık. Kapıda bizi bekleyen gazetenin aracına binmeden önce başımı kaldırdım şöyle yukarı doğru. Gökyüzünde koskocaman bir çift Müjde Ar gözü vardı! Bir süre gittik, Ak Merkez kavşağına geldik, binalar üzerinde yine aynı görüntü! Türk film senaryolarında ki gibi. "Aman tanrım yoksa kör mü oluyordum, içimden göremiyorum diye haykırmak geldi." :-)) Barbaros Bulvarından Beşiktaş'a inerken nihayet normale döndüm ve sadece baktığımı, görmek istediklerimi görüyordum.
 
Yazı ve Fotoğraflar: Haluk Özözlü....

sanatçının film afişleri