Hazırlayan: Haluk Özözlü
 Türkiye yollarında test sürüşüne çıktığım otomobillerden biri de Dünyada yılın otomobili seçilmiş olan Ford Focus’tu.

1999 yılı yaz aylarında başladığım ve ana teması “Antik Kentler ve Otomobil” olan Ford Focus’un hatchback modeli ile yollara test sürüşü için çıkışımda Türkiye’yi dolaşırken dağlarda, bayırlarda, güneyin kızgın sıcağında, yağmurda, çamurda aracın göstereceği performansı deneyecek, haz veren özelliklerini, kusurlarını bir bir görerek yaşayacaktım.

Aslına bakarsanız bir aracı alıp yola çıkmak konusunu ilk başlatanlardan biriyim.
Geçmiş yıllarda otomobil dergileri çoğu kez araç tanıtımını stüdyo çekimleri ile yaparlar, otomobil meraklıları yeni modelleri fuar stantlarında tanırlardı. Yeni çıkan bir model aracı alıp yola çıktığınız zaman trafikte, yollarda meraklıların ilk kez karşılaştıkları araca ilgileri de başka türlü oluyordu. Bu test sürüşü de Otohaber dergisinde on hafta boyunca yer almış, birçok kişinin Ford Focus’u tanıyıp satın almasına neden olmuştu.
Limitleri zorlamak üzere altı yere yakın olan asfalt aracı Focus’u ilk etapta Pers dilinde Güzel Atlar Ülkesi Kapadokya’ya götürmeye karar verdim ve öylede yaptım.
Jeolojik devirlerde aktif birer volkan olan Erciyes, Hasan ve Güllüdağ’ın volkanik faaliyetleri sonucu bölgeye yayılan lavların soğumasıyla oluşan Kapadokya’da asfalttan ayrılıp değişik zeminlerde, arazi meyillerinde bölgeyi geri fonda stüdyo gibi kullanacak, yapımcı firmayı da şaşırtacaktım. Firma bu fotoğraflara ilgi duydu mu bunu hiç öğrenemedim ama aracı görenlerin ilgisi büyüktü.

Ford Focus’la Kapadokya
Güzel Atlar Ülkesi Kapadokya turunda hani at gitmek ister, siz gemini çekip dizginlersiniz ya, işte aynen öyle bir şey oldu. Ford Focus’la yeni tanışmıştım, km kadranına baktığımda göz açıp kapayana kadar 180 km/s hıza çıktığımı fark ettim. Sanki bu otomobilin içindeyken yer çekimi yok gibiydi. Asfalta teğet geçen lastikler haricinde hiçbir ağırlık hissetmedim.

Direksiyon hafif, amortisör ve pedallar yumuşacıktı. Focus bulutların arasında yağ gibi kayan, uçak gibi yol alan, havanın sürtünmesinden etkilenmeyen toleranslı bir otomobildi.
Sürücü hatalarının bir kısmını absorbe ediyor, aerodinamik yapısı sayesinde kilometreler önümde eriyordu. Sadece hafif bir rüzgâr ve lastik sesi duyuyordum. Birbirimize alışmıştık, İstanbul çıkışı düz yolda harikaydı. Arberetumu andıran güzellikte ki Adapazarı otobanını bir nefeste geçmiş, Bolu Dağının yenilenen çift şeritli rampasına dayanmıştım. Ohooo bu Focus aynı zamanda tam bir viraj otomobiliydi. Yol insana tanıdık bildik gelse de aracın virajlara mükemmel uyumu şaşırtıcıydı! En küçük bir savrulma, şeritten sapma, toparlamada zorluk yoktu. Yola sımsıkı sarılıyor, en keskin virajları açı ne olursa olsun adeta kucaklıyor, erken çıkıyordu. Güven veriyor, uçak konforunu ve rahatlığını aratmıyordu. Üstelik uçağın yarattığı gerginlikten uzak bir yolculukla Kapadokya Bölgesine geldiğimde bir şey daha fark ettim. Yola çıkarken sahip olduğum enerji hala üzerimdeydi, yorulmamıştım. Ferahlık veren air-condition sayesinde camları kapatmış, dış dünya ile bağlantıyı bir ölçüde kesmiştim.
Sağlıklı düşünmeyi engelleyen tüm olumsuzluklardan uzak, gürültü, kötü koku, egzoz dumanı, toz ve sıcaktan etkilenmeden Kapadokya’nın gizemli güzelliğini, görsel bütünlüğün lezzetini doyasıya çıkarabiliyordum.
Nasıl anlatayım? Odanızda gibisiniz, müzik ve siz. Güçlü müzik setinden yayılmakta olan sevdiğiniz parçalarla Focus’un saat gibi sessiz çalışan motoru eşliğinde Kapadokya bir başka oluyor. Birilerine telefon edip, bu mutluluğu paylaşmak, ya da kanatlanıp uçmak istiyor insan, hani öyle de oluyor. Sloganda nasıl diyorlar “Beklentinizi Yükseltin”.
Kapadokya Bölgesi içinde yer alan, Ürgüp, Göreme, Avanos, Gülşehir, Zelve Çavuşin, Kurtdere, Damsa, Kızılçukur, Zindanönü, Fırkatan, Derinkuyu, Kaymaklı, Ihlara, Belisırma, Yaprakhisar, Sekemek Kervanyolu ve diğerleri gezip ikinci etaba yani başladım. Adana’ya gidecektim gitmesine fakat klasik yoldan değil de etabı biraz daha zorlaştırmak için Kayseri Yahyalı üzerinden Kapuzbaşı Şelalelerini görmek hiç de fena olmayacaktı. Daldım orman yoluna Tahtalı Dağlarını aşıp Kozan’a yakın bir yere bağlanarak Adana’ya indim.

Adana Bölgesi
Antik Kilikya bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olan Adana, mitolojiye göre adını gök tanrısı Uranus’un oğlu Adanus’tan alıyor. Kent, Hititlerden Osmanlı’ya kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. Focus’la gezimizde Taşköprü, Misis, Yılanlı Kale, Toprakkale, Adana Kozan yolunun 70. km sinde yer alan Anavarza Ören yeri, Osmaniye Kastabala, Karatepe, Aslantaş, Payaş, İssos, Karataş, Yumurtalık gibi birçok yeri birlikte turladık. Bu etapta güzergâhın farklılığına Çukurova’nın sıcağı da eklendi. Kebabın lezzeti ise, her şeyi unuturdu.
Adana sıcağında araçta dinlenecek en uyumlu parçalardan birini dinliyordum, bu 1965 yılının Amerikalı rock grubu Lovin Spoonful’un “Summer in city” (Şehirde Yaz) isimli parçasıydı. Focus’un dört hoparlöründen gümbür gümbür çalıyor, aracın en ücra köşesine kadar yayılıyordu. Dağ havasında yokuş aşağı martı gibi süzülerek inerken, Focus acaba deniz seviyesine yaklaştığımızda sıcak ve nem oranının artış gösterdiğinde, aynı performansı gösterebilecek miydi merak ediyordum. Doğrusu bu ya saatledir sert güneş altında yol alıyorduk. Focus’un kliması beni ve kendini yeteri kadar soğutabilecek miydi?
Klimada dört derece güç, bir o kadar da soğuk hava veriş yönü vardı. Serinliği aşağı mı, yukarı mı versem, şiddetini üç mü yoksa dört mü yapsam diye düşünürken ön konsolun iki meşrubat koyma gözünden birine koyduğum sodamdan bir yudum daha aldım, hala soğuktu.
Bu hızla turu tamamlayıp soluğu Yumurtalık antik limanı Makro Polo iskelesi’nde aldım.

Üçüncü etapta Silifke’deyiz
Kentin tarihi bir hayli eski merak edenler sihirlitur.com’da Silifke’yi tıklayıp geniş bilgi bulabilirler düşüncesiyle Ford Focus ile aramda geçenlere dönüyorum.
Adana’dan ayrılmış, lacivert renkli Akdeniz’i soluma, çam yeşili ormanı sağıma almış, çivit mavisi renkli Focus’la kurşuni renkli asfalt sahil yolunda ilerliyordum. Dantel gibi işlenmiş koylara paralel yolda virajlar, Focus ile beni birinden çıkartıp birine sokuyordu. Daha önce belirttiğim gibi Ford Focus viraj otomobiliydi, virajın biri bitmeden diğerine girerken, üstün performans sergiliyor beni burnumdan çekip, zahmetsizce alıp götürüyordu. Laf aramızda kalsın çekik gözlü farları çapkınca bakıyor ve baktırıyordu! Kısacası pek fiyakalı bir otomobildi, sessizdi hani, ağzı var dili yok kabilinden…
Uzuncaburç’a çıkarken zemin yer yer bozuk olsa da zıplatmadı, yormadı. 43 km lik virajlı rampayı üzmeden öyle bir çıkıverdi ki, ben de anlamadım. Dönüşte ise deniz seviyesine planör gibi süzüldük.
Tedirgin edici Akdeniz sahil yolunun yükselen rampalarını, virajlarını, daralan kesimlerini defalarca geçmiş, kâh kendimi, kâh aracı sık sık durup dinlendirmiştim. Haritada yakın gibi görünen 5–6 saatlik yolun Alanya’ya kadar olan bölümünün bitmesi için sabırsızlanmıştım. Ford Focus farkıyla bu kez öyle olmadı. Muz denizi Kaledran’dan yerli aroması yüksek muzlardan alıp yiye yiye zevkli bir yolculukla Antalya’ya geldim.

Akdeniz’in, turizm kalesi Antalya
Ford Focus’u antik kentlerde fotoğraflıyorum ya, akşam güneşinde görkemli su kemerlerinin önüne yanaştım. Focus’un tavan bombesini, kemerlerle paralellik sağlayacak şekilde kadrajladım. Biçilmiş buğday başaklarının geride kalan kurumuş sapları üzerine yattım ve fotoğrafı çektim. Diyeceksiniz ki niye burada çektin?
Suyun önünde hiçbir şey duramaz, su engel tanımaz bir yolunu bulur akar ya, Ford Focus’ta birinci turun dördüncü etabına kadar geçen yol boyunca hiçbir engel tanımadı. Sıcak hava, bozuk zemin, virajlı rampa, Karanlık yollar gibi tüm olumsuz koşullarda bile su gibi yolunu buldu, aktı geçti.
Gözüm motor devir saatindeydi ve motoru bağırtmadan 1, 2, 3, 4 ve 5. ulaşınca sanki bana iş kalmıyor, Focus kendi gidiyor adeta akıyordu. Yürekli olup gazlasam daha da gidecek ama sonu görünmeyen yollarda temkinli gitmek gerek derler ya ben de öyle yaparım.
Temiz aracı kullanmanın hali bir başka oluyor. Gözleri ceylan gibi ( pardon farları) parlıyor. Ön camda çok büyük bir mağazanın vitrini gibi duruyor. İçinde hissedilen ferahlık, panoramik bakış açısı, biraz da buradan kaynaklanıyor.
Arka koltuk üzerinde ki düğmeye dokununca, kanepe katlanıp bagaja geçit veriyor. İçerdeki havanın değişmesini istediğinizde klimanın yanındaki düğmeye dokunmak yetiyor. Yan camı açmadan sol aynayı otomatik ayarlayabiliyorum. Sürücüye sunulan tüm bu kolaylıklar sonucunda yollar haz vermeye başlıyor. Hele manzaralı, ip gibi uzanan veya tatlı virajlı, içe dışa verilmiş meyilli olanlardan geçişte araç kullanmak zevk haline geliyor. Sırası gelmişken birkaç örnek vereyim. Mesela Muğla’nın 670 rakımlı Sakar geçidinden inerken Marmaris yönünde karşılaştığınız okaliptüs gölgesinde ki yol. Bir başkası, Köyceğiz’den Ekincik’e giderken Ölemez Dağlarının suya vuran yansımaları eşliğinde gidilen güzergâh. Beşkonak’dan girip Köprülü Kanyon derinliklerine ilerleyen asfalt yolun çıkışında olduğu kadar inişinde de yaşanıyor.

Focus’la Kaş, Kalkan, Patara, Xantos
Bu defa Antik Kentler turumuzda inci taneleri gibi sıralanan kentlerin yanı sıra doğanın bonkör davrandığı ilginç arazi şekillerine giriyor, farklı kulvarlarda yol alıyorum.
Antalya’dan çıkıp 60. km’de Phaselis antik kentini, solumuzda bıraktıktan ve Olympos Yanartaş’ı geçtikten hemen sonra Kumluca’dan Finike’ye ulaşıyoruz. Önümüze ilk gelen Kale, sonrasında Myra, Andriake, nihayetinde Kaş oluyor. Devamında Gelemiş Köyü yanında yer alan Patara, Letoon, Xantos’un antik kalıntılarında Focus poz veriyor ben çekiyorum. Yaylalara uzanıyor Bezirgân Yaylasına dek tırmanıyoruz. Problem yaşamıyorum.
İstanbul’dan yalnız çıkmıştım yola, yalnız derken o ve ben. Yani Focus’la ben. Oysa bilirsiniz ne kalabalıklarda ne yalnızlıklar yaşar insan. Focus yalnızlığı bile unutturuyor sürücüsüne. Burdur’a gelip Torosları aşarken müthiş bir sağanak yağmurla karşılaşmıştım döktürdü mübarek. Focus’un cam silecekleri, vitrin gibi ön camı, iz bırakmadan bir baştan bir başa gidip geliyor, hem de istenilen periodlarda, bazen çabuk, bazen arada bir.
Antalya’ya indiğimde hava kupkuru yol dantel gibi, sıcak ve çam kokulu havayla karşılaşıyorum. Kaş yolu gözümde büyürdü eskiden şimdi uçak inebilecek türden genişletilmiş. Tam manasıyla beşinci viteslik yol olmuş. İki üç şeritli yol altı şeritli yola bedel görünüyor. Uzakları gitmeden önce görebiliyorsunuz. İnsan bu yol hiç bitmesin istiyor ama Focus’a yol mu dayanır, bir çırpıda bitiyor işte.

Fethiye, Ölüdeniz, Göcek
Fethiye’nin ünlü kaya mezarları, Lahitler, antik tiyatro Ford Focus ile ziyaret edildi. Bu etapta birçok detay, anılar dosyasında yerlerini aldı.
Fethiye girişinde akaryakıt istasyonuna kurşunsuz pompaya yanaştım, “ful” dedim, doldurdular. İstasyon promosyonu sesli dile getirip “Cam bardak mı verelim, yoksa yıkama mı isterseniz dediklerinde ilçeye temiz girmek istediğimden yıkama dedim. Döner fırçaların rayını ortalayıp girdim. Görevli tavana yatık açıyla duran Focus’un antenini çıkardı. Ben araçtayım, sular fıskiyeler derken, tavana, yana yaklaşan fırçalar başladı dönmeye, birkaç dakika sonra temiz pak çıktık dışarıya. Anten takıldı yola koyulduk.
Çarpıcı mavisiyle yine pırıl pırıl parlamaya başladı. Focus’un açık yeşilini, grisini görmüştüm ama bu mavi gün batımında, hatta gece ışıklarında asil ve mağrur bir ifadeye bürünüyor.
Gerektiğinde iç tavan lambasını ya da dikiz aynasının yanında ki tepe lambasının sağını yakıyorum ama onlar söndüğünde bile ışıl ışıl haliyle ön tablo bana bir uçağın kokpitini anımsatıyor.
Motor devir ve km saati, ibreleri kırmızı, rakamlar ise yeşil bakıyor. Benzin ve ısı göstergeleriyle klima düğmesi fosforlu yeşil rengiyle hem net, hem dinlendirici görünüyor.
Şehirlerarası yollar karanlık olur bilirsiniz. Yol şeritleri silinmişse, hele aracınızın camı’da tozlu tozlu silinmiş çizilmişse, cam yağlı gibi durur, önünüz zor görünür, istediğiniz hızda gidemezsiniz.
Ford Focus’un sürme gözlü farlarını bir yaktım, yol iyice aydınlandı. Gündüz yaptığım hıza gece de kavuştum.
Tampon hizasından yüksekte konumlanmış stop lambalarıyla, sinyal lambaları gösterişli ve kararlı.
Koltuk yükseklik ayarını zaten yola çıkarken yapmıştım. Sırtını da istediğim duruma getirdim. Focus’ta iki küllük var ama ben kullanmıyorum. Dinlediğim müzikleri geniş hacimli kapı ceplerine koyuyorum. Otoban biletlerini sıkıştırdığım cepli çift güneşliğin içi ise kapaklı ve aynalı.
Çift yan ayna, camı açmadan içten otomatik ayarlanabiliyor. Buna bir de dikiz aynayı ekleyince önümde tam beş ayna bulunuyor. Ön koltuklar arasında ki konsolda kalem koymak için yer bile düşünmüşler. Dev torpido gözünden seçtiğim rasgele bir müzik koyuyorum Focus’un müzik setine, başlıyor çalmaya, bu Roy Orbison’dan “I drove all night” oluyor. Türkçesiyle “Sana kavuşmak için otomobilimi bütün gece sürdüm”…

Bodrum, Milas, Kisebükü, Mazı
Fethiye Göcek’den ayrıldıktan sonra Köyceğiz Dalyan, Kaunos’u su gibi geçtim. Focus’la ben Sakar geçidini çıkıyoruz. Dayandım sıfırdan 670 rakımlı Muğla’nın Sakar Geçidine akşam güneşinin son ışıklarında rampa ve keskin U virajlı Sakar’ı tırmanırken Gökova’yı geride bırakıverdik. 100 km/s den fazla hızla yokuş çıkılır mı? Focus şöyle yolu, afsalı bir tırmaladı ben kendimi zirvede yalnız kalmış buldum. Yatağan Santrali yanından yükselen orman manzaralı yoldan kendimizi önce Mumcular, sonra Mazı’ya konmuş bulduk. Yol boyunca şunu anladım ki, Ford Focus tam bizim Ege, Akdeniz kıyılarına asfalt yollarına göre, sanki sipariş üzerine tasarlanmış bir otomobil. Bodrum’un daracık sokaklarına uyum sağlıyor, uzun yolda zemini sıkı tutup santim şaşmadan adeta kendi gidiyor. İnanın bana rayda bile bu kadar düzgün gidilmez dedirtiyor.
Hiç çıplak ayakla tüylü bir kediye dokundunuz mu? Kabarık tüyler esner, yumuşaklığı parmak ucunda hissedersiniz. Focus’un pedal sistemi de buna benziyor, debriyaj, fren, gaz hiç fark etmiyor. Hepsi son derece hassas ve yumuşak. Kullanım sırasında bacak ve ayak kaslarını sertleştirmiyor, vücutta kasılma, gerilme yapmıyor. Yani insanı yormuyor.
“En iyi şoför, en az fren yapandır” derler ya. Duracağımı hissedersem, lüzumsuzca yakıt harcamamak için öncelikle gaz pedalından ayağımı çekerim. Bir de ani frenlerde otomobilin öne doğru kapanmasını, lastik sesini hiç sevmem. “Fren balatalarını zamanından önce aşındırmak niye” diye düşünürüm. Hele de önümde cayır cayır yanan kırmızı trafik ışığı veya stop lambaları varsa.
Ford Focus, 160–170 km/s hızla seyrederken, 60–80 km/s hıza öylesine yumuşak bir frenlemeyle düşüyor ki, araçtaki yolcular fren yaptığınızı hissetmiyorlar bile. Zaten fren yaptığını sürücüde pek anlamıyor. Sadece araç yavaşlıyor ve eski hızına kavuşmak için çok zaman geçmiyor. Gaz pedalı aynı yumuşaklığa sahip olunca pedala daha itinalı dokunuyorsunuz. Dolaysıyla yakıtta tasarruf sağlanıyor. Focus emsallerine göre hayli ekonomik yakıt tüketimine sahip. Doğrusu bu ya ayakkabınızın ağırlığı ile gidiyor. Gaza yüklenmenize gerek kalmıyor, ayağınız pedalda bir yerde dursun bu yetiyor.

Kuşadası, Selçuk, Efes, Şirince bir de dilek Yarımadası Milli Parkı
Ford Focus ile öyle bir yere geldim ki sayfalara sığacak gibi değil. Ayasuluk Tepesinden başlarsak, Selçuk Kalesi, Saint Jean kilisesi, İsabey Camii, Artemis Tapınağı, Hamam kalıntıları, Selçuk Müzesi, antik stadyum, Efes antik kenti, Bülbül Dağı Meryem ana Yediuyurlar mağarası, Belevi Harabeleri, Şirince Köyü kısacası tam bir tarih hazinesinin ortasındayım.
Yedi bin km boyunca Focus’un ön koltuğunda bir başıma oturduğum için arka koltuğun keyfini çıkaramadım doğrusu. Ama yine de dikiz aynasından bakıp düşledim. İki koltuk arasında katlanmış duran kolluğu indirip şöyle bir kolumu koysam, kapı üstlerinde bulunan katlanır tutacaklardan bana yakın olanını diğer elimle tutsam, ön koltuklarda olduğu gibi arka koltuğun kafalıklarına başımı yaslamak istedim. Sonra da bas tiz ayarlarına da hükmedebildiğim, müzik setinin dört hoparlöründen The Cure topluluğunun ideal bir yol parçası olan uzun versiyonu Love Song’u dinlerken dalıp dalıp gitsem…
Cilalı maun görünüşlü ön tablo ve konsola yerleştirilmiş kumanda düğmeleri üzerinden aracın gidişini, salonun gerisinden panoramik açıyla seyretsem. Merak bu ya acaba nasıl olurdu? Bir de canım güzel bir manzaraya karşı, bagaj kapısını yukarı kaldırdıktan sonra, halı kaplı geniş bölümde oturup elime akustik gitarı alıp ayaklarımı aşağı sallamak istedim. Çocukluğum tuttu. Focus insanı gençleştiriyor işte. Aynı zamanda hissettiklerinizi sizinle paylaşan bir otomobil, hatalarınızı yüzünüze vurmuyor. Çok anlayışlı, toleranslı, toplumun her kesiminden itibar görüyor. Buyurun efendim diyorlar. Test sırasından yoldan çıkıp off-road yaptığım zamanlarda aracın altını otlara sürttüğüm de oldu. Sizden mi saklayacağım bazen oluyor böyle şeyler. Hemen eğilip altına baktım. Altı yekpare saç kaplıymış meğer hiç iz görünmüyor. Her tarafı korumalı zırhlı. Tank gibi yapmışlar. Bu otomobilde anlatacak daha çok şey var. Daha ön kaputu açmadım, stepneye bakmadım.

Hierapolis, Laodikeia antik kenti, Pamukkale, Karahayıt Köyü
Ford Focus la bu defa İstanbul’a dönüşe geçeceğim son etaptayım. Kalsiyum oksit içerikli suların birikimiyle oluşmuş travertenlerin yer aldığı Pamukkale ve yanı başında bulunan Hierapolis antik kenti, Focus hatchback ile dolaştığım son antik kent oldu.
Aslında antik kentlere araçla girmek yasaktır ama girmişim işte, niyet belli tanıtım fotoğrafı çekiyorum, mani olan çıkmamış sonuçta hem yöreyi, hem de aracı fotoğraflamışım.
Elime oturan direksiyon, küçük, ralli tipi. Ortasında çarpışma anında hayat kurtaracak olan hava yastığı var. Diğeri torpido gözünün üst kısmına saklanmış. Şişmiş halini görmedim. Tanrı göstermesin. Direksiyon duruş ayarını kendiniz yapıyorsunuz. Aşağı ve yukarı duruş seçenekleri var. Üstelik hidrolik avuç içiyle de, tek parmakla da çok rahat dönüyor. Turu fazla olunca da kendi boyu kadar yere de park etmesi kolay oluyor. Araç aerodinamik yapısı sayesinde rüzgârı yararak geçiyor.
Bazı otomobillerde dışarı çıkarken kapıyı ittiğinizde içerde hava sıkışması olur, açar ve tekrar bu defa daha sert kapamak zorunda kalırsınız. Focus’ta buna hiç rastlamadım. Hafifçe ittiğinizde kapı yerine oturuyor. Kilitler içerden basınca otomatik kapanıyor. Siz istemedikçe dışardan açamazlar. Ön ve arka koltuklarda emniyet kemerleri var. Güvenlik tam. Vites kolu kolun kolay uzanabileceği yer ve ebatta. Otomatik açılan camların hızı iyi, bir kez dokunup çektiğinizde kendi kendine sonuna kadar açılıyor ya da kapanıyor. Düğme üzerinde elinizi tutmanıza gerek bırakmıyor. İşlem biterken bir kez daha dokunursanız istediğiniz seviyede kalıyor. Bana öyle geliyor ki asfalt rengi, gümüşi ya da platin deyin bu renk mermi gibi. Tam iş adamlarına, orta yaşlı delikanlılara göre. Açık yeşili hanımlara daha sempatik gelebilir. Lacivert rengine bakınca gündüz dinamik, hızlı, özgür, gece olunca karanlığı eğlenceyi seven ortama uyum sağlayanlar için. Zira dikkat ettim, otellerin önünde gizemli ışıklarda, florasanda, spot ve cıva buharlı lambalarda Focus’un renginde bir başkalaşım oluyor.
Daha mağrur, daha ağırbaşlı, bir şeyler biliyor da saklıyormuş gibi kurnaz duruyor, ya da bana öyle geliyor.
Peki, sizce nasıl?


Şimdi diyebilirsiniz ki her şey iyi hoş da bu aracın hiç mi kusuru yok. Bir başka deyişle yılın otomobili seçilmiş boşuna mı? Her iki soru için de söyleyeceklerim var.
Birincisi bagaj çok ısınıyor, valizimden otelde çıkarttığım teeşortlarım fırından çıkmış gibi ısınmışlardı. Elbiseler dert değil valizime koyduğum hassas filmlerimde gereksiz ısıya maruz kalıyordu. Asfalt aracı olduğu için toprak yolda gidenleri hiç düşünmemişler sanki. Bagaj ve kapıların içine fitile dek aşırı miktarda toz birikiyor. Açıp kapama sırasında bu toz araca da doluyor. Focus son derece sessiz, sarsıntısız çalışıyor. İlk zamanlar çalışan aracı duruyor diye, marş bastığım bile oldu. Bir de nasıl anlatayım zeytinyağı gibi gidiyor, sürekli bu gidiş insanın canını sıkıyor. Bilhassa benim gibi Volkswagen ile 500 bin km yapmış, üzerinden geçerken asfaltta ne varsa, direksiyonda avucunun içinde hissetmiş biri için, çok sıkıcı bir durum.
Ford Focus güzel bir Amerikan otomobili, kiralar kullanırım, ama ben asla satın almam!

 
 

Ana Sayfaya dönmek için Tıklayınız

Otomobil konulu diğer sayfaları için tıklayınız...